Lütfen bekleyin..


Ahmed Said Şirvan

Elçinin İsteği, Hendekçilerin Amacı

07 Aralık 2015, 10:31 - Okunma: 2733

Bölgemiz, son yaşanan gelişmelerle iyice yaşanmaz hale getirilmeye çalışılıyor. Her hafta bir mahalle veya bir ilçede düzenli bir şekilde hendekler kazılıyor, patlayıcılar yerleştiriliyor ve adeta hendeklerin içinde kalan halk esir ediliyor. Akabinde güvenlik güçleri buralara yönelik operasyonlar düzenliyor, sokağa çıkma yasakları uygulanıyor ve mazlum halk ikinci bir sefer esir alınıyor.

Bir taraftan komünist örgütün hendekleri ve bombaları, öbür taraftan güvenlik güçlerinin sokağa çıkma yasakları, operasyonları bir danışıklı dövüş şeklinde devam ederken, esas itibariyle her iki taraftan da kesinlikle memnun olmayan, ama doğrultulan silah istikametinde konuşmak zorunda kalan, mazlum ve kederli bir halk, çaresizlik içerisinde göç etmek zorunda kalıyor.

Tam da bu karşılıklı danışıklı dövüşün devam ettiği bir sırada, Diyarbakır Baro Başkanı medyada sivrilmeye başladı. Eskiden beri tarafsızlığı ile bilinen Tahir Elçi’nin, sorumluluk sahibi herkes gibi bu gidişattan memnun olmadığı, halka dayatılan çatışmaların kimden gelirse gelsin bitirilmesi gerektiğini, hele tarihi Sur ilçesine yönelik karşılıklı tahribatın durdurulması gerektiğini düşünüyordu.

Daha önce de İhya Der başkanı Aytaç Baran’ın şehid edilmesi karşısında, ‘bunun kabul edilemez olduğunu ve faillerin derhal bulunması gerektiğini ifade etmişti.’ Bu olayın failleri, son dönemde bölgemizin huzursuzluğunu, yıkımını, yakılıp talan edilmesini amaç edinmiş PKK’nin yeni yetmeleri YDG-H çeteleri idi. İşte bu ve benzeri olaylar karşısında vicdanının sesini dinleyerek, bu olayın failinin bulunması ve benzer olayların durdurulması, çatışmaların sona erdirilmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Çok masum ve gerekli bir istek olmasına karşılık, bu güne kadar kendi görüş ve propagandalarının dışındakilere tahammül göstermeyen bu örgüt, bu tarafsız sese de tahammül etmedi, saygı göstermedi ve bu sesi duymak istemedi. Ve hedef tahtasına oturtuldu. Çünkü birileri konuşacaksa, kendilerini övüp yaptıkları kötülükleri, katliamları masum gösterirse konuşabilir. Aksi takdirde ölüm dâhil her türlü ‘neticeyi’ hak etmiş demektir.

Bu durum karşısında tarafsızlığı kendisine adeta pişman edilircesine, medya da belki de inanmadığı halde PKK propagandasını yapmak zorunda bırakılmıştır. Ama bütün bunlara rağmen, Tahir Elçi’nin ölümünden sonra PKK’nin yaptığı istismara bakılırsa, aslında Elçi’nin cenazesinin daha çok işlerine yaradığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Elçi ‘kendi adamları’ değildi. Sağken ona söyletebilecekleri en üst seviyedeki propagandayı yaptırdılar. O halde cenazesini azami derecede istismar ederek, onun üzerinden olabildiğince siyasi rant devşirmekti.

Hele Tahir Elçi’nin eşinin morgun önünde ‘katil PKK’ diye bağırması, aslında perde arkasında ‘nelerin’ döndüğünü bize net olarak ifade etmektedir. Daha sonra ise ‘aslında öyle demek istememiştim’ şeklinde sözlerine bakılırsa ailenin üzerinde oluşturulan korku atmosferinin boyutlarını bize göstermektedir. Rahat bir şekilde taziyelerini de yapma fırsatını dahi vermediler.

Tahir Elçi’nin öldürüldüğü basın açıklamasına bakıldığında, Dört ayaklı minarenin kurşunlarla tahrip edilmesini lanetlemiş, tarihi Sur ilçesini ve bu bölgedeki tarihi mirasın tahrip edilip yok edilmemesi, çatışmaların sonlandırılması, ölümlerin durdurulması ve artık bu kaosun bitmesini temenni etmişti. Bu istek bütün bir bölge halkının isteğidir. Artık silah sussun istiyor insanlar. Çocukların içinden rahatlıkla okula gidebildiği ve içinde top oynayıp koşturabildiği sokaklar istiyor.

Ama basın açıklamasının yapıldığı Dört ayaklı minarenin yüz metre ilerisindeki sokağın başında bir hendek kazılmıştı. Bu hendeğin dibine patlayıcılar yerleştirilmişti. Hendeğin öbür tarafında yüzlerini kapatmış ama kalplerini de bu halkın isteklerine çoktan kapatmış bazıları pusuda bekliyordu. Bu patlayıcı dolu hendeklerin üzerinden geçip okula gidemeyen çocuklar, burada geçmek zorunda olup ta işine gidemeyenler, bu mahallede oturduğu halde kimlik göstererek, sokağın sonundaki evine ancak gidebilen mahrum bırakılmış ‘kimsesizler’ burada esir hayatı yaşıyor.

Özlenen hayat standardı ile dayatılan hayat şartları arasındaki fakın bu kadar bariz görüldüğü başka bir coğrafya var mı? Varsa! Sokaklarında ölümlerin, infazların, acımasızlıkların çok daha pervasızca yaşandığı yerler demektir. ‘Ölüm istemiyoruz, çatışma istemiyoruz’ diyen bir insanın basın açıklaması ile yüz metre ileride hendeğin arkasında pusuda bekleyenlerin amacı… Hangisi duygularımıza daha yakın durmaktadır.

Çatışma istememenin, ölüme karşı durmanın, kaosu lanetlemenin karşılığı bu mu olmalıdır?

  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.

RSS
© 2024 - Batman Basın
bmV0aGFiZXJ5YXppbGltaS5jb20=