Lütfen bekleyin..
Geçen haftanın gündem maddelerinden biri de Peygamber Sevdalıları Vakfı’nın Diyarbakır’da düzenlediği, katılımcıları 7-10 yaşlarında olan çocukların olduğu, temasının “Hayat Namazla Güzeldir” olarak belirlendiği namaz etkinliğiydi.
Bu etkinlik DEM Parti’yi rahatsız etti. Aslında namaz, DEM Parti’yi, köklerini, bileşenlerini, uzantılarını, çıkıntılarını her zaman rahatsız edegelmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla bu seferki namaz dozu fazla geldi. Rahatsızlıklarını oldukça belli ettiler, sen misin çocukların hayatlarının merkezine namazı koymak diyerek, çocukların namazını, geçmişin karanlık zihniyeti 28 Şubatçılar gibi pedagojiye aykırı bularak meclise taşıdılar.
DEM ve tarihsel çizgisini bilenler hiç şaşırmazken, bu kadar da değil diyerek şaşıranlar da oldu. Gelin şöyle bir 90’lı yıllara uzanalım: O yıllarda HEP olarak sahnede olan DEM ve biraz da PKK elemanı namazında niyazında bir arkadaşım vardı. O zaman o arkadaşımıza PKK ve HEP’in (Bugünkü DEM’in şeyisi) namaza ve oruca alerjik reaksiyon gösterdiğini söylediğimizde o da bize reaksiyon gösterir: “Böyle bir şey olamaz” derdi. Gel zaman git zaman bu arkadaşımız örgüt üyeliği suçlamasından tırnak içinde “Namaz Sevdalıları”yla dolu Diyarbakır Cezaevi’ne düştü.
Cezaevinden çıktıktan sonra ziyaretine gitmiştik. Şöyle diyordu: “O koca cezaevinde yüzlerce mahkûm arasında sadece ben namaz kılıyordum. Secdeye vardığımda benimle alay ederler: ‘Ev tu çi qûna xwe belbelotî dike’ derlerdi. Bu baskıya dayanamadım, namazı bıraktım. Namazdan rahatsız olduklarını aynel yaqîn gördüm. Hatta cezaevinde Şemsê Recê adında Nusaybinli biri bana şöyle demişti: ‘Şu dünyada iki şeyden çok nefret ederim; namaz ve sigara. İkisi de sende var heval, demişti”. Bu söz, sıradan bir öfke belirtisi olarak görülebilir ama hayır. Bu söz, siyasi hatlarının ve zihniyetlerinin, toplumun inancı ve kimliğiyle sancılı ilişkilerinin en açık tezahürüdür. Bu coğrafyanın tarihsel-kültürel sabitesinin omurgası olan namaza ancak böyle tavır alınabilirdi.
Demek ki arkadaşımızın bu durumu Diyarbakır Cezaevi Laboratuvarı’nda deneyimlemesi gerekiyordu. Biz sadece bir örnek verdik. Buna benzer sayısız vaka var.
Şu var ki o zamanlar ekseriyeti dindar olan halk ile doku uyuşmazlığı yaşadıklarını bildikleri için pek belli etmezlerdi. Ama halkın inancıyla barışık olmadıkları bir gün ortaya çıkacaktı. Çıktı nitekim. Halkın inanç değerleriyle çatışmayı meşrulaştırma vazifesini üstlenmişler havasındalar şimdi. Bu nedenle onlar ile Kemalistleri bir kefeye koyduğumuzda kızıyorlar. Halkın inancına karşı takındıkları tavırda bir elmanın iki yarısı gibidirler dersek yine kızacaklar. Kızmakta haklılar. Doğrusu bir elmanın değil, Ebu Cehil Karpuzu’nun iki yarısı gibidirler. Sosyolojik bir tahlil sonucu birçok neden sıralanabilir. Bunu artık gizleme ihtiyacı hissetmiyorlar. Oyunu artık açık oynamanın zamanı geldiğini düşünmüş olacaklar ki namaz karşıtlıklarını artık meclise taşıma cesareti gösterecek noktaya gelmişler. Ve bir kez daha namazın sadece dinin direği olmadığını, “kelemê ber çavên neyara” yani din düşmanlarının gözüne batan bir budak da olduğunu bir kez daha gördük. Yönlerini ne tarafa çevirseler de bu topraklarda bu budakla yüzleşeceklerdir.
Bu toprakların tarihinin bir sabitesi var; namaza ve dolayısıyla dine düşmanlığın bir getirisi yoktur. Halkın fıtratı er ya da geç bu siyasi duruşu dışlayacaktır.